🐠 Kırk Katır Mı Kırk Satır Mı Ne Demek

Kimigörüşlere göre her çağda kimliği bilinmeyen (bazen bunu kendileri bile bilmeyen) kırk kutlu kişi vardır. Ve kötülüklerle dolu Dünya onların yüzü hürmetine ayakta durur. Hristiyan Türklerde 40 Aziz kavramı vardır. Onlar için 40 mum yakılır. Kırklara karışan erenler veya yiğitler de bir daha görünmezler. Ama aslında bu ilkenin özü sen benim ne kazandığıma ve ne kadar zengin olduğuma karışma, ben de senin kaldırımda aç, sefil bir evsiz olarak yaşamana karışmayayım demek. Adalet ve liyakati seçim sloganı olarak benimseyenleri bekleyen tuzak aslında bir tür ‘kırk katır mı kırk satır mı’ beklentisine kapılmaları. Söyleşinin başında Şube Yönetim Kurulu Sekreteri Melih Yalçın, "Ezber Dışı Söyleşilerin 18.'sini TEKEL işçilerinin direnişine ayırmak istedik. Onun için, bu toplantıya Ankara'daki eylemde yer alan TEKEL işçisi arkadaşlarımızı davet ettik. Ruşen Turan, Şerife Demir ve Erdal Karaca bugün bizimle birlikteler. Kırk katır mı, kırk satır mı? “Ölümlerden ölüm beğenmek” anlamında kullanılan bir deyiştir bu. Şimdilerde bu coğrafyaya harfi harfine uyan bir ifade. Ölümlerden ölüm beğenmeye zorlanıyoruz. Tam da ‘Suriye meselesinde siyasi çözüme nihayet varıldı` diye düşünmeye başlamışken. Kırkkatır mı, kırk satır mı? Deyimin Anlamı: Ölümlerden ölüm beğen, anlamında söylenir. "Kırk katır mı kırk satır mı, demişler." Okunma: 8526. Kırkkatır mı, kırk satır mı? Mehmet YAVUZ. 2017-10-19 11:31:35. Bu içerik 480 kez okundu. Küçült | Büyüt “Ölümlerden ölüm beğenmek” anlamında Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da. Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz Biz size: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye soramadık; yarın sizin bize: - "Ölümlerden ölüm beğen!" demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar! İçinde kırk sayısı geçen isim ve deyimlerin bazıları şunlardır: Kırkpınar, kırk haramiler, kırk-ikindi yağmurları, kırk dereden su getirmek, kırk bir kere maşallah, kırk ev kedisi, kırk para, kırk yılın başı, kırk yılda bir, kırk yıllık dost. kırk katır mı-kırk satır mı, bir fincan kahvenin kırk yıl Kırkkatır-kırk satır veya müşterek gelecek Alican Tayla, Jalal Haddad, Tuğçe Oklay Fransa “kırk katır mı, kırk satır mı”nın eşiğinde. 10 Nisan’da, Boyun Eğmeyen Fransa’nın sosyalist adayı Mélenchon ikinci tura kalamazsa, başkanlık yarışı eli sopalı neoliberal Macron ile alenen faşist Marine Le Pen arasında 1nB0Bw. 15 Temmuz darbe girişiminden beri PKK eylemlerine hız verdi. İçeride PKK’ya karşı mücadele, sınır ötesinde Fırat Kalkanı operasyonu başarıyla devam ediyor, ancak PKK da saldırılarına ara vermiyor. Son kötü haber pazar günü Şemdinli’den geldi. PKK’lı teröristler tarafından sabah saatlerinde ilçedeki Durak Karakolu’na yönelik bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 10 asker şehit olurken 5 sivil vatandaş da hayatını kaybetti. Bu saldırıdan sadece saatler sonra ABD’nin yeni başkan adayları ikinci kez kameraların karşısına geçti. Zaten bilinen bir gerçek, Hillary Clinton tarafından son derece açık bir biçimde ifade edildi, handiyse başka bir kötü haber gibiydi. Moderatörün “ABD başkanı olsanız, Suriye konusunda Obama’dan farklı ne yapardınız?” sorusuna, “Özellikle DEAŞ lideri Ebubekir el Bağdadi’yi hedef alırdım” diye yanıt verdi ve ekledi “Kürtleri silahlandırmayı değerlendirirdim. Kürtler, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de en iyi ortaklarımız oldu. Bazı çevrelerin bu konuda oldukça endişeli olduğunu biliyorum. Ama onların ihtiyaç duydukları donanıma sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum ...” Clinton, “Obama’dan farklı ne yapardınız?” sorusunu neredeyse “Obama’nın yaptığının aynısını yapardım” diye cevaplıyor. Tabii hakkını teslim edelim Obama’nın ısrarla direndiği “uçuşa yasak bölge” ve “güvenli bölge” yöntemlerini uygulamayı seçeceğini de söylüyor. Ancak Clinton’ın PYD’yi desteklemekten bahsettiği kısım önemli ve bu vaatten rahatsız olan “çevreler”in içinde Türkiye olduğu aşikâr. Türkiye “çevre” değil, Suriye’de olanlardan en çok etkilenen “ülke”. PKK ile aynı organik bağlamın içinde yer alan PYD’nin sınırlarımızı “kaplama” ısrarına, kantonları birleştirmek için estirdiği teröre karşı doğal olarak mücadele eden bir ülke. PYD’nin bu denli tehdit haline gelmesinin nedeninin ABD’den aldığı yardımlar olduğu hemen herkesin malumu. Clinton’ın vaat ettiği bu yardımları daha da artırmak. Başkanlık için yarışan Trump’ın başkan olma olasılığından tedirgin olanlar ise uzun bir kuyruk oluşturuyor. O ihtimalde sadece Türkiye değil, bütün dünyanın olumsuz etkilenmesi söz konusu. Düşünün ki 33 üst düzey Cumhuriyetçi siyasetçi Trump’a desteklerini geri çekti. Sadece Demokratların değil, Rusya ile yakınlaşma stratejisi ve ABD’nin Ortadoğu politikasına yönelttiği eleştiriler nedeniyle Cumhuriyetçilerin de korkulu rüyası o. Gece yarısı kalkıp eski Venezüella Kâinat Güzeli için hakaret dolu tweet’ler atmaya başlayan bir “başkan adayı” söz konusu. Bir de bu adamın apokaliptik bir yıkıma neden olabilecek nükleer silahlara erişim hakkı olduğunu düşünün. Siyahlara, kadınlara, yaşlılara ve engellilere inanılmaz bir küstahlık ve çirkinlikle mukabele eden bu adamın başkan olması, ABD’nin hor görerek bastırdığı vandallıkların serbest kalması demek. Nefret suçlarının artması demek. Vergi vermemiş bir adamın vergi toplaması ve karşıla- şacağı direnci özgün kişiliğinin! de yardımıyla sertlik yanlısı tutumlarla çözmeye yeltenmesi demek. ABD’nin koskoca bir shopping mall’a dönmesi demek. Trump başkan olursa ve kurumların Obama döneminde kaybettiği gücü geri vermez, emaneti ehline teslim etmez; her şeyi kendisi yönetmeye kalkarsa ABD’nin bölünme potansiyelini tetikleyen bir figür olarak tarihe geçebilir. Kocaman bir kıtanın ve handiyse bir imparatorluğun iflası da çok gürültülü olur. ABD’nin diğer ülkeler üzerindeki gizli-açık vesayeti çöker çökmesine ama çöken tek şey vesayet olmaz. Trump’a karşı ehven-i şer olan Hillary Clinton ise daha şimdiden ne kadar “dayanıklı” olduğu sorgulanan bir profil. Gerçek ya da yanlış algı, onun hasta olduğu yönünde. Geleneksel ABD politikalarını perdeleyen hoş bir “cila” olarak Demokratları yeniden iktidara taşıyacak mı bilinmez. Taşırsa bu yeterliliği nedeniyle değil, Trump “çok kötü” olduğu için olacak. Türkiye açısından baktığımızda da işleri daha iyi yapacağına dair hiçbir delil yok. PYD’yi daha fazla destekleyecek Clinton’lı bir ABD’nin Türkiye’nin terörle mücadelesini desteklemeyecek hatta “pes ederek” masaya oturmasını sağlamaya çalışacak bir ABD olacağını az çok tahmin edebiliriz. Velhasılı ABD’nin başkanlık yarışının Türkiye’ye ve içinde olduğumuz bölgeye bakan yüzü, kırk katır mı kırk satır mı hikâyesinden farklı değil. Malum masala göre, adamın biri işlediği bir suç için padişahın huzuruna çıkarılır. Padişah, huzuruna getirilen adama sormuş “Kırk katır mı istersin kırk satır mı?” Kırk satır ile idam edileceğini düşünen ve seçenek olarak kendisine kırk katır sunulduğunu sanan adam “Kırk katır!” demiş. Aman ne büyük yanılgı! Adamın bedeninin kırk parçası kırk katıra bağlanmış, ayrı yönlere giden katırların kırbaçlanmasıyla büyük acılar içinde parça parça olarak ölmüş. Dilimizde bu hikâyenin anafikrini anlatan ne çok deyim ve atasözü var. “Ölümlerden ölüm beğen”, “Denize düşen yılana sarılır”, “Ölümü gösterip sıtmaya razı etme”… Bu sözleri genellikle de bir “kriz” durumunda yaşadığımız dilemmayı anlatmak için kullanıyoruz. Çünkü adı üzerinde “kriz”, kalp krizi gibi, kapı kapı dolaşıp fikir danışacağınız, uzun uzun ne yapacağınızı düşüneceğiniz, planlar yapacağınız zamanınız yoktur. En kısa zamanda en “optimal” çözümü bulmanız ve uygulamanız gerekiyordur. Bombanın patlamasına 5 saniye kalmış, kırmızı kablo mu mavi kablo mu? Hani derler ya, en kötü karar kararsızlıktan iyidir’. Kriz anında da böyledir. Bir kalp ameliyatı olacaksınız ve “masada kalma” durumunuz var; ama ameliyat olmazsanız da bir kalp krizi sonucu ölme ihtimaliniz var. Kendiniz hakkında karar vermeniz belki daha kolay ama anne-babanız, eşiniz, çocuğunuzun hayatı ise karar vermeniz gereken? Kriz kavramı tıptan sosyal bilimlere aktarılmıştır. Ekonomik kriz, siyasi kriz, gıda krizi, şimdi de birkaç yıldır artık ajandamızın baş maddelerinden biri olan iklim krizi. Bu toplumsal ve politik “krizler”de kalp krizindeki gibi bir “zaman sorunu” yaşarız. Yani ideal çözümler için zaman yoktur, önce kalp krizi durdurulacak, sonra kişinin/toplumun kriz yaşamasına neden olan sorunlar daha etraflıca incelenerek çözümler geliştirilecektir. Türkiye’de genellikle ekonomik kriz zamanında bir IMF şefi gelir, “stand by” planı yapar, “15 günde 15 yasa” ile “by pass” yapılır. Siyasi kriz durumunda da, önce şu hükümetten kurtulalım, sonra her bir meseleyi ayrıntılarıyla ele alırız’ denir. Ve topluma “asgari müşterekler”de bir programa destek vermesi çağrısı yapılır. Kriz tanısının konduğu her konuda buna benzer bir duygu durumu yaşarız. Kriz tanısı konan durumlar karşısında yaklaşımımız genellikle duygusaldır. Ve genellikle de vereceğimiz karara destek olarak bir “otorite”ye sığınırız. Kalp ameliyatı olacaksak, bu “otorite” doktordur. Siyasi krizlerde bu “otorite” bir siyasi liderdir. Ya karizması, ya da “temiz, dürüst” olması gibi ahlaki meziyetleri vurgulanarak bu “otorite”ye irademizi -geçici de olsa- teslim etmemiz istenir. Ekonomik krizde ise “otorite” genellikle bir uzman ya da uzmanlar kurulu olarak karşımıza çıkar. 2000’deki krizde bu uzman Kemal Derviş’ti. Şimdi de TÜSİAD gibi büyük burjuvaların nezdinde Daren Acemoğlu. Partilerin de ekonomi programlarını yazan “uzmanları” vardır. Küresel iklim değişikliğine birkaç yıldır “iklim krizi” demeye başladık. Örneğin The Guardian gazetesi 2019 yılında “iklim değişikliği” yerine “iklim krizi” kavramını kullanacağını açıkladı. Oxford Sözlüğü de 2019’da “iklim krizi”ni yılın kavramı ilan etti. Bu Greta Thunberg’in liderliğinde başlatılan “iklim grevi” kampanyasının devamında gelen adımlardı. Küresel iklim değişikliği yerine “iklim krizi” denmesinin de haklı, bilimsel ve politik gerekçeleri var. Hatırlanacağı gibi, Birleşmiş Milletler 1970’lerden beri, biliminsanlarının ekonomik kalkınma politikalarının bir sonucu olarak yeryüzündeki canlı yaşamın ciddi bir yıkım yaşadığı ve buna bir çare bulunamazsa bütün sistemlerin çökebileceği uyarılarınca küresel iklim değişikliğine çare bulunması için toplantılar, zirveler düzenliyor, raporlar yayımlıyor. Aradan geçen bunca zamanda yayımlanan bilimsel raporlara, imzalanan “iklim anlaşmaları”na, verilen sözlere rağmen, hiç somut ilerleme sağlanmadı ve BM Genel Sekreteri son durumu “kırmızı alarm” olarak açıkladı. İklim değişikliğinin yeryüzündeki canlı yaşam açısından geri dönüşsüz bir noktaya varmaması için küresel ısınmanın 1,5 santigrad derecede tutulması hedefinin artık tutulamayacağı kesinleşti. 2030 yılına kadar 1,5 santigrad derece sınırının, 2050’ye kadar da 2 santigrad derecenin aşılacağına kesin gözüyle bakılıyor. “İklim krizi” tanımlaması yapılmasının haklı gerekçeleri var. Fakat diğer örneklerde olduğu gibi, “iklim krizi”nin nedenleri ve çözümleri konusunda da “zaman sorunu” gerekçesiyle birçok ses tartışma dışı bırakılıyor. Bazı kesimler “Bilimin arkasında birleş” çağrısı yaparak “iklim krizi” konusunda ne yapılması gerektiğini bize söylemesi için “otorite” olarak “biliminsanları”nı işaret ediyor. ABD Başkanı Biden da, dünya liderleriyle yaptığı zirvede “Biliminsanlarıyla görüştüm, bu krizi çözeceğiz” vaadinde bulundu. Ama “çözüm” diye önerdiği şeylerin hiçbirinin “iklim krizi”nin nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı da ortada. Diğer taraftan “iklim değişikliği” konusundaki en temel referans metni olan ve Birleşmiş Milletler’in Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC bine yakın biliminsanı tarafından hazırlanan raporlarının bile hükümet temsilcilerinin lobileri nedeniyle “uzlaşma” ile yazıldığını biliyoruz. İklim krizi tartışmasında da “İklimi değil sistemi değiştir” diyenlere, şimdi “Sistemi değiştirmeye zaman yok, önce iklimi kurtaralım, sonra sistemi düşünürüz” denilmektedir. Bütün bu “kriz” tartışmasında, toplumun, halkın, biz sıradan insanların, kriz durumunda düşünme, karar verme ehliyetimiz olmadığını görüyoruz. Çünkü karar vermeye yetecek kadar bilgi, deneyim sahibi değilizdir. Karar verilmesi gereken konular son derece hayatidir, hata kabul etmez, zaman da hiç yoktur. Kriz nedenlerinden dolayı, normal zamanlardaki bazı yasaların, prosedürlerin vb. paranteze alınabilir olmasının nedeni de budur. Kriz anında lider hızla karar vermelidir ve bu parlamento gibi çıkar çatışmalarının yaşandığı bir kurulda tartışılmadan hayata geçirilmelidir ki, çözüm gücü olabilsin. İnsanların kafasının karışmaması için basın ve ifade özgürlüğü kısıtlanabilir. Başka “bireysel özgürlükler” de kısıtlanabilir. Kriz tartışmalarının hepsinde karşımıza “zaman sorunu” çıkıyor. Krizler karşısında doğru çözümler geliştirebilmemiz için öncelikle bu psikolojik baskıya direnmemiz gerekiyor. Çünkü bu “zaman yok” baskısı altında vereceğimiz cevap “kırk satır mı kırk katır mı” durumuna düşürebilir bizi. Onlar iktidara geldiklerinde iki yolları var Ya AKP'nin uyguladığı hattı tercih edecekler ya da Türkiye'yi Ortadoğu'da bir bataklığın içine sokup hayatımızı daha da karartacaklar. Her ikisi de bizim için kırk satır-kırk katır... ARŞİV 1631 Abone Ol AYNI PROGRAM, FARKLI PARTİLER; BİR SAVAŞ KOALİSYONUNUN İÇ YÜZÜ CHP ve MHP Kırk satır mı, kırk katır mı?Seçim bildirgelerinin ekonomi fasılları gerçekten bir felaket. Bunları kim hangi aralıkta, ne şarüarda yazmış bilmiyorum. Ama özellikle CHP ve MHP'nin seçim bildirgelerinde bir yığın ortak özellik var; ama bütün bunları tek bir paydada topla derseniz, ben size tek bir paydayı geçin, tek bir kelime ile olur mu diye sorarım Olur derseniz o kelime de "sefalet". Bilmiyorum nereden DEDİKLERİ ŞEYSeçim bildirgesi ne anlama geliyor onu da anlamış değilim zaten. Bunlar partilerin iktidara geldiklerinde yapacakları şeyler herhalde. Yoksa bir program değil. Çünkü programın kendi içersinde bir tutarlığı ve başı sonu olur. Her biri birer cehalet vesikası olan bu metinler kendi içersinde tutarsız, bilimsellikten uzak ve hatta komik. Mesela CHP'nin "şaşkın pusula"sın da bir yerde; Merkez Bankası'nın bağımsızlığı özenle korunacaktır diyor. Tamam, anladık, CHP serbest piyasa ekonomisini savunuyor ve buna bağlı olarak da Merkez Bankası'nın bağımsızlığını savunmasını beklersiniz. Ancak ıo sayfa ileride başka bir şey var. Yine aynı bildirge de CHP bu sefer "Merkez Bankası, görevini özerk bir yapı içinde özen ve kararlılıkla yerine getirirken, ekonomi yönetiminden sorumlu birimlerle uyumlu çalışmalıdır; diyor. Hangisini savunuyor acaba. Çünkü Merkez Bankası'nın "bağımsızlığı" ayrı bir şey, "özerkliği" ve Merkez Bankası'nın ekonomi yönetiminden sorumlu birimlerle uyumlu çalışması ayrı bir şey. Burada CHP'nin kafası oldukça MESELESİBağımsızlık konusunun ne olduğunu anlatan çok geniş bir iktisat literatürü var. Şimdi ona girmeyeceğim. Ama şu kadarını belirtelim Merkez Bankası Türkiye'de bir olarak çalışmaktadır. Böyle olduğu için aslında, şekilsel olarak, kurulduğundan beri özerktir. Hisselerinin çoğunlu da Ha-zine'nindir. Burada "bağımsızlık" kavramı hukuki bir illiyetlik ilişkisinden çok, var olan konjonktüre uygun olarak, dünyadaki küresel ekonomik hattı, yerel iktidardan bağımsız olarak izleyip izleyemediğinin ölçülmesidir. Bunu da merak etmeyin, neoliberal iktisat literatürü ölçüyor. Çok meraklı ya CHP, neoliberal politikaları uygulamaya, bir zahmet öğreniversin. Biz öğretmeyelim. Ama CHP'nin sorunu şu; politik olarak devletçi ve giderek faşist bir çizgide duruyor. Bu çizgi Merkez Bankası'nı"bağımsız" görmek istemez. Çünkü bu çizginin amacı yağmanın ilk önce kendisi tarafından BANKASI'NIN KONUMUBunun için Hazine'den sorumlu bakan kimse Merkez Bankası'nın da sahibi odur. CHP eğer tutarlı bir parti olsaydı ve ipe sapa gelseydi Merkez Bankası'nın bağımsızlığından hiç bahsetmezdi. Doğrudan "özerk" bir yapıyı savunurdu. Çünkü özerk bir yapıda Hazine para politikaları konusunda Merkez Ban-kası'na müdahale edebilir. Ama hem serbest piyasayı savunur görünüp hem devletçi olamazsınız; geçti o günler. Şimdi bu Merkez Bankası örneği CHP programının sefaletini yeterince anlatıyor sanırım. Program, yani "pusula" her sayfasında bu tür cehalet ve çelişkilerle dolu bir metin. Aslında her sayfasını ele alıp şöyle bir silkelemek benim için çok zevkli bir uğraş olurdu; ancak hem yer yok hem de gerçekten çok sıcak var. Onun için yöntemden ve yukarıdaki gibi birkaç cehaletten daha bahsedip MHP'ye, yani aslına geçeceğim. Çünkü ne yazık ki, CHP artık MHP'nin bir BÜTÇE KOMEDİSİBu örnekler ve her iki partinin yöntem ve dil konusunda benzerlikleri o kadar çok ki. Saymakla bitmez. Ancak izin verin bir MHP cehaletiyle başlayalım Bütçe Politikası başlığında şöyle deniyor; "Vergi oranları artırılmaksızın verginin tabana yayılması suretiyle vergi gelirleri artırılacaktır." Hadi bakalım buyurun! Verginin tabana yayılması ne demek? Yani vergi oranlarının artırılmasını sakıncalı buluyorlar, sermayeyi ürkütmemek için. O zaman tabana yayalım. Burada ya dolaylı vergileri artırırsınız onu zaten şu andaki ekonomi programı sağlıyor, ya da kayıt dışını önlerseniz. Yani, MHP'nin dediğinden, bu ikincisinin anlaşılması biraz şüpheli ama... Hadi öyle kabul edelim. CHP vergi konusunda ne diyor, merak ediyor musunuz? Onlar vergi konusunu biraz daha çalışmış gözüküyorlar. KDV'yi gözden geçireceklermiş. Yani iktidar olsunlar çalışacaklar üzerinde. Çiftçinin mazotundaki KDV kalkacakmış. Bunun nasıl olacağı yine belli değil. Kaynak belli değil. Bu konuya değinmiyorum, suyu çıktı. CHP ve MHP hem neoliberal politikaları savunup hem de böyle şeylerin olmayacağını İstanbul'da herhangi bir taksi şoföründen CEĞİZLER ARASINDA...Hem MHP'nin hem de taklidi CHP'nin seçim bildirgelerinde iki yöntem göze çarpıyor. Birincisinde sorun ortaya konmuş, sonra doğrudan bir çıkarımla bir karşıolum çıkarımı geliştirilmiş. Her iki yaklaşımda sorunların kendisinden pasif nasıl yapılacağı belli olmayan çözümler çıkarıyorlar. Birinci yaklaşım üniversite sınavının kaldırılması halinde yerine ne koyacağını bilmiyor. İkinci yaklaşımda ise olması gerekir, yapacağız, yapmalıyız, biz iktidara geldiğimizde siz korkmayın yapın gibi bir dil var. Ayrıca bu yaklaşımda ana sorundan uzaklaşıp yan sorunlara sapılıyor. Ve ana sorun unutuluyor. Örneğin bütçe konusunu ele alındığında, vergi gelirlerini artıracağım, borçlanmayı azaltacağım denirken, tarım faslında çiftçiye mazotu ucuza vereceğim deniyor. Bütçeden bahsederlerken faiz dışı fazla tanımını bile bilmedikleri ortaya çıkıyor. Çünkü faiz dışı fazla tanımı neoliberal iktisat uygulamalarında yalnız bütçeye özgü bir tanım değil. Tüm makro ekonomik değişkenleri etkileyen bir tanım. Yani faiz dışı fazla geliştirdiğiniz ve uyguladığınız bir model sonucu elde edeceğiniz bir çıktı. Örneğin mazottan ÖTV kaldırarak 7 milyar dolarlık bir açık elde ettiğinizde bunun çarpan etkisini de hesap etmeniz gerekecektir. Burada kamunun borçlanma gereği yalnız 7 milyar dolar açık vermeyecektir. Siz 7 milyar doları telafi edecek bir vergi reformu yada tasarruf sağlayacağım derseniz hapı yutarsınız. İşte burada hem CHP hem MHP eski Keynesgil makro ekonomik dengeden hareket ediyorlar. Bunun içinde çok yanılıyorlar. Halbuki küreselleşmenin getirdiği neoliberal denge ulusal ekonomi dengesi değil. Örneğin eskiden ölçülmüş biçilmiş denmiş ki; GSMH'nın yüzde ç/unu aşan dış açık tehlikeli. Ama bu artık geçerli değil. İspanya yıllardır açıkla yaşıyor. AB'nin fazla veren ekonomileri ve bölgeleri şimdilik daha zengin ama bu giderek tarihe karışıyor. Ulusal tasarruf kavramı da bu çerçevede tarihe karışmak üzere. CHP programda büyük harflerle yazmış Türkiye'nin çok önemli bir açığı da, tasarrufların yatırımlara yetmemesidir. Esfender hocam kusura bakmasın ama çok yanlış. Artık dünya ile entegrasyon sağlamış ekonomilerde böyle bir sorun yok. Çin rekor fazla veriyor. Yalnız bunu ulusal tasarruflarla mı yapıyor; dünyada bütün fazla veren ekonomiler Doğrudan Yabancı Yatırımları çekerek bunu gerçekleştiriyorlar. Dün Türkiye'de bir ekmek fırınına milyar dolar verildi. Hangi tasarrufla?Tür-kiye'nin fazla veren bir ekonomi olması için kendi iç pazarına değil, dünyaya üreten bir ekonomi olması gerekiyor. Bu anlamda CHP'nin ve MHP'nin dış açığın sorumlusu düşük kur tespiti de doğru değil. Düşük kur bir neden değil, sonuç. Türkiye'nin adil ve gerçek bir büyüme için, işsizliği ve yoksulluğu önlemesi için hem DYY çekmesi hem de kamusal temel mallar ekonomisini geliştirmesi gerekir. Bu CHP ve MHP programlarında yok. Yani şunu söylemek istiyorum. CHP ve MHP ekonomi programlarının iç tutarlılıkları yok; eklektik ve eski teorik hipotezlerden yola çıkıp, neoliberal politikaları izleyeceğiz diyorlar hem de var olanı eleştirmeye çalışıyorlar. İşte bunun için her iki parti de aslında bilimi ayaklar altına alıyor. Mesela çok komik bir şey daha söyleyeyim MHP'de şöyle bir ekonomi başlığı var; "Milli Bilgisayar Oyunları Endüstrisi Teşvik Edilecek." Başka bir şey söylemeye bilmiyorum gerek var mı? Ayrıca son bir tespit her iki parti de Halk Bankası'nı özelleştirecek ama Ziraat Bankası'nı elde tutacak. İşte size bunu da yaptırmazlar. Siz her ikisini de özelleştireceksiniz. Neoliberal ekonomi politikasını savunacaksınız, sonra Ziraat Bankası gibi bir devi eliniz de tutacaksınız. Ne yapmaya acaba?EKONOMİDE NE AMAÇLIYORLAR?Her iki parti de, özünde neoliberal serbest piyasayı savunuyor. Ancak her iki parti de halen AKP'nin IMF destekli ve ödünsüz uyguladığı cari ekonomi programını eleştirirken, eski devletçi ezberleri ve retoriği kullanmaya çalışıyor. CHP'nin Merkez Bankası çelişkisi buradan geliyor. Ama bunu da yapamıyorlar. Çünkü siz hem küreselleşme ve neoliberal politikalar yanlısı olup hem de sosyal olamazsınız. Hem devletçi hem de piyasacı olamazsınız. Mesela her iki partide sözbirliği etmişçesine KOBİ'leri öne çıkaran bir program ortaya atıyorlar, sektörel teşvikleri, Ar-Ge'yi öne çıkartıyorlar. Ama bunlar için AB Katılım Öncesi Ekonomik Programa bakın lütfen, gördüğünüz AKP'nin 2008 sonrası ekonomi programıdır ve neoliberal yaklaşımın iyi bir örneğidir. Burada hepsi var. Yani hem CHP hem de MHP oraya baksalardı, söylemeye çalıştıkları her şeyi bir matris tutarlılığında orada göreceklerdi. Tarım, Yabancı Sermaye, Merkez Bankası, Para Politikaları, Vergi Politikaları, Maliye Politikaları hepsi orada var. Sonra Dokuzuncu Kalkınma Planı'nı da bununla BUNLAR?O zaman bu MHP ve CHP'ye ne gerek var. Bunlar kim; ve ne için iktidar olmak istiyorlar diye sormak gerekmiyor mu? Çünkü program diye ortaya attıkları metinler birer cehalet vesikası. Başı sonu belli değil, kendi içersinde tutarlı değil. Her iki partinin programı şimdilerde uygulanmakta olan programın hedefleriyle örtüşüyor. Örneğin enflasyon yüzde 5 olacak diyorlar, zaten Merkez Bankası iki yıl önce "enflasyon hedeflemesine" geçmiş ve "fiyat istikrarını" para politikasının direği yapmış. Siz doğru dürüst bir vergi reformu önermeden, Türkiye'ye Doğrudan Yabancı Yatırımları çekecek altyapı ve cari neoliberal politik hattan ayrı bir kamusal ekonomi geliştirmeden enflasyonu yüzde 5'lere ancak yüzde faiz dışı fazla vererek, faizleri yüksek tutarak düşürebilirsiniz. Onu da AKP'nin uyguladığı program yapıyor zaten. Bu program aslında 2004'te bitti. Uzatmaları oynuyor. Türkiye zaten seçim sonrası yeni bir ekonomi programı uygulayacak. Bunun da çatısı, yukarı da belirttim, AB katılım öncesi ekonomi programı. Türkiye bunu uygulayacak. O halde CHP ve MHP'nin ne olduğunu ve neyi temsil ettiğini söyleyelim. Bu iki parti artık Türkiye'de büyük burjuvazinin bile gerisinde bir savaş ve içe kapanma hattını temsil iktidara geldiklerinde iki yolları var Ya AKP'nin uyguladığı hattı tercih edecekler yada Türkiye'yi Ortadoğu'da bir bataklığın içine sokup hepimizin hayatını daha da karartacaklar. Her ikisi de bizim için kırk satır veya kırk katır. CHP ve MHP ikizleri artık gözü dönmüş savaş partileridir. YÖK'ü kaldırmayı neden düşünmezler?ÜNİVERSİTE sınavı bir eğitim sorunudur önermesine karşı geliştirilen çıkarım "o halde üniversite sınavı kaldırılacaktır" şeklinde. Yani ÖSS kaldırılınca yerine ne konulacak sorusu boşta. Buna belki Baykal katıldığı TV programlarında bir şey söyler diye baktım ama söyleyemedi. Belli ki bir Cem Uzan'la yarışma hali var. Aynı şeyi MHP'de söylüyor. Ancak o'da ÖSS yerine orta öğrenimde bir zamanlar uygulanan "olgunlaşma" sınavlarını hatırlayıp onu koymuş. Ben babamdan dinlerdim bu olgunlaşma sınavlarını. CHP'nin işte burada hakkını yememek lazım; mesela şimdi AKP'nin de pekâlâ yaptığı Meslek Yüksek Okulları'na doğrudan meslek liselerinden öğrenci almayı ve mesleki yönlendirmeyi savunuyor ama bunu zaten AKP yapıyor ve bu AB katılım öncesi ekonomik programında da var. Aslında CHP'nin bir "sosyal-demokrat" parti olarak mesela bir 12 Eylül ürünü olan YÖK'ü kaldırıp üniversiteleri özerk yapmayı, gerçek demokratik bilim yuvaları olmasını sağlamayı amaçlamasını insan umuyor ve artışı deniyor ama içi boşÇÖZÜM için parçalara ayrılan sorunun her parçası yeniden ayrı bir sorun haline dönüştürülüp, bunların tek tek çözümüyle ana sorunun çözümü hedefleniyor. MHP programının bir yerinde, "Kurların piyasa şartlarına göre belirlendiği serbest döviz kuru politikası uygulanacaktır. Ancak; piyasanın derin olmaması dikkate alınarak, kurlarda aşırı dalgalanmalara müdahale edilecektir" deniyor. Bu ne demek? Bir parti böyle bir cümleyi programa niye koyar. Bir yerde de şöyle bir şey var; "Tarım sektörü modernize edilerek verimlilik artırılacak ve tarımsal ürünler işlenerek katma değeri yükseltilecektir." Tarımla ilgili başlıkta ise "Yenilikçi Üretim Ekonomisi" diye bir şey bulmuşlar ki; bu yanlış bir çeviri, cümlenin öznesi yok. Tarımsal ürünleri kim işleyecek? Devlet mi, çiftçiler mi, kooperatifler mi? Belirsiz! Aynı şey CHP programında da var "Tarımsal yapının ekonomik nitelikli tarım işletmeciliğine dönüşmesi gerekmektedir" denmiş. CHP özne değil. Bunu devletten mi istiyor, çiftçilerden mi belli değil. Ya 'ekonomik nitelikli tarım işletmeciliği' ne demek? Boş laflar salatası. CEMİL ERTEM Neden BirGün? Bağımsız bir gazete olarak amacımız, insanlara hakikati ulaştırarak ülkede gerçek bir demokrasi ve özgürlük ortamının yeşermesine katkı sunmak. Bu nedenle abonelikten elde ettiğimiz geliri, daha iyi bir gazeteciliği hayata geçirmek, okurlarımızın daha nitelikli ve güvenilir bir zemin üzerinden bilgiyle buluşmasını sağlamak için kullanıyoruz. Çünkü banka hesabını şişirmek zorunda olduğumuz bir patronumuz yok; iyi ki de yok. Bundan sonra da yolumuza aynı sorumluluk bilinciyle devam edeceğiz. Bu yolculukta bize katılmak ve bir gün habersiz kalmamak için Bugün BirGün’e Abone Ol. BirGün; seninle güçlü, seninle özgür! BirGün’e Destek Ol Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun ÇOK OKUNANLAR Ulaş’ın anısı ve mücadelesine sahip çıkacağız’ Ulaş Alankuş’un mesajı Zulme ve faşizme karşı savaşı büyütmeye geldim Sosyalist gençlik örgütü Young Struggle’ın yaz kampı devam ediyor AVEG-KON kampında Ulaş Alankuş anıldı, güncel siyasal gelişmeler paneli yapıldı DKP/Birlik Ulaş yoldaşın devrim bayrağı elimizde

kırk katır mı kırk satır mı ne demek